Sessizliğin Öğretilmiş Hali: Grup Baskısı ve Kaybolan İç Sesim

 


“Bir gün biri bana ne düşündüğümü sordu. Duraksadım. Çünkü o an gerçekten bilmiyordum. Cevap vermeye çalıştım ama içimden bir ses çıkmadı. O an anladım; kendi sesimi yıllar önce kaybetmişim.” Bu sözler, yıllarca dini bir grubun içinde yaşamış bir danışanıma ait. Dışarıdan bakıldığında inançlı, bağlı, yardımsever biriydi. İçeriden ise—sessizdi. Sadece kelimelerle değil, kararlarıyla, hayalleriyle, hatta hisleriyle bile sessizdi. Grup ne söylüyorsa onu düşünüyordu. Grup ne istiyorsa onu istiyordu. Kendi sesine yer yoktu.

İnsan beyni, sosyal bağ kurmak üzere evrimleşmiştir. Kabul görmek bir lüks değil, bir hayatta kalma stratejisidir. Bu nedenle gruba uymak, çoğu zaman içgüdüsel bir seçimdir. Ancak bu uyum, uzun vadede bireysel benliğin yitimiyle sonuçlanabilir. Nörobilimsel araştırmalar, sosyal dışlanmanın beynimizde tıpkı fiziksel acı gibi işlendiğini ortaya koyar. Eisenberger ve Lieberman (2004) tarafından yapılan çalışmalarda, sosyal reddedilme sırasında anterior cingulate cortex (ACC) ve insula gibi fiziksel ağrıyla ilişkili bölgelerin aktive olduğu gösterilmiştir. Başka bir deyişle, “reddedilme kalbimi kırdı” cümlesi mecaz değil, nörolojik bir gerçektir.

Grup baskısı, yalnızca davranışlarımızı değil, algılarımızı da biçimlendirir. Berns ve arkadaşlarının (2005) yaptığı fMRI çalışması, grup fikrine uyan bireylerde yalnızca sosyal beyin bölgelerinin değil, görsel korteksin de etkilendiğini göstermiştir. Yani grup baskısı altında kişi, sadece fikrini değil, gördüğü gerçeği bile değiştirebilir. Bu, bireyin içsel otantisitesini tehdit eden bir durumdur. Grup, bir süre sonra yalnızca davranışları değil; duyguları, düşünceleri, hatta ahlaki yargıları da yeniden kodlar.

Böylesi bir ortamda büyüyen bir zihin, zamanla “kendilik” kavramını yitirir. Kendi kararlarını veremez, kendi düşüncesini duyamaz. Bir danışanım terapi sırasında şöyle dedi: “Hayatım boyunca bana öğretilen ne varsa onu yaşadım. Kendi duygumun ne olduğunu ayırt etmeyi hiç öğrenmedim.” İşte bu öğrenilmiş sessizlik, en derin travmalardan biridir. Çünkü dışarıdan görünmez. Kimlik çatlakları gibi, içerden içeriye işler.

Bu sessizliğin iyileşmesi ise mümkündür, ama zaman ve destek ister. İlk adım, bireyin yaşadığı şeyin “anormal” olmadığını fark etmesidir. Sosyal uyuma duyarlı bir beyine sahip olmak, insan olmanın bir parçasıdır. Ancak bu beyin, nöroplastisite sayesinde yeniden şekillenebilir. Güvenli bir ilişki, ifade alanı ve bilinçli farkındalıkla kişi yeniden kendine dönebilir. Terapi, bu sesin yeniden doğduğu yer olabilir.

Bazen bu süreçte sadece küçük bir cümle bile dönüşüm başlatır: “Bu benim fikrim mi, yoksa bana öğretilmiş olan mı?” Danışanlar bu soruyu sormaya başladığında, terapi odası sessizlikle değil, ilk kez duyulan içsel bir sesle dolmaya başlar. Zamanla bu ses, karar almaya, sınır çizmeye, hayır demeye ve en önemlisi—kendini tanımaya dönüşür.

Grup baskısı, sadece sosyal bir mesele değildir. Aynı zamanda biyolojik, psikolojik ve etik bir meseledir. Her grup, bireyleri bir noktada şekillendirir. Ancak bazı yapılar, kişiliği değil sadece itaatkârlığı besler. Bu noktada birey, sesini yitirir. Ve en büyük dönüşüm, bu sessizliğin fark edilmesiyle başlar.

Çünkü insanın iç sesi bastırılsa da silinmez. Sadece unutulur. Ve bazen doğru bir soruyla—yeniden hatırlanır.



  • Eisenberger, N. I., & Lieberman, M. D. (2004). Why rejection hurts: A common neural alarm system for physical and social pain. Trends in Cognitive Sciences, 8(7), 294–300.

  • Berns, G. S., Chappelow, J., et al. (2005). Neurobiological correlates of social conformity and independence during mental rotation. Biological Psychiatry, 58(3), 245–253.

  • Cialdini, R. B. (2001). Influence: Science and Practice. Allyn and Bacon.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sessiz Bir Tanıklığın Ardından

: Post-Cemaat Dönemde Psikolojik İyileşmeye Dair Notlar

İmtihan Algısının Gölgesinde: İnançlı Bireyde Sorumluluk, Özgürlük ve Kendini Gerçekleştirme