Gölgeyle Yüzleşmek: Eleştirinin Ötesinde Bir Davet

 “Kişi, kendi karanlığının farkında olmadıkça, onu dışarıya yansıtır ve kader der buna. Bu, onun kendi yaşamı değil, gölgesinin yaşadığı hayattır.”

Carl Gustav Jung

Kendini bilmek, yalnızca olumlu yönlerimizi tanımakla sınırlı bir süreç değildir. Gerçek bireysel farkındalık, Jung’un "gölge" kavramıyla tanımladığı, bilinçdışımızda bastırdığımız ya da kabul edemediğimiz yönlerimizle yüzleşmeye başladığımızda başlar. Gölge, bizim bilinçli benliğimizin görmek istemediği, bastırdığı, utandığı ya da reddettiği duyguların, arzuların ve eğilimlerin toplamıdır. Ne var ki, bu yönler tamamen yok olmaz; yalnızca bilinçten gizlenir. Ancak, başka birinin davranışlarında, tarzında ya da varoluş biçiminde bu bastırılan taraflarımız tetiklendiğinde, içimizde yoğun bir rahatsızlık, öfke ya da küçümseme ortaya çıkar.

Bu yönler yok olmazlar. Bir kenarda sessizce dururlar ve çoğu zaman, hiç beklemediğimiz bir anda başkasının davranışında, duruşunda ya da cesaretinde tetiklenirler. İçimizde tanımlayamadığımız bir öfke, küçümseme ya da aşağılama hissi oluşur. Aslında başkasına ait olduğunu sandığımız bu duygular, çoğu zaman bizimle ilgili bastırılmış bir parçanın yankısıdır.

Sosyal medyada ya da kamusal alanda, bazen insanlar birbirini hiç tanımadan çok keskin ve küçültücü yargılarda bulunabiliyor. Bir kelimeyle, belki de kendi içsel kırılganlığına dokunan bir şeye karşı tepki veriyorlar. İlk bakışta bu tür yorumlar sadece kötü niyetli ya da saygısızlık gibi görünse de, aslında insan doğasına dair derin bir şey söyler: İçimizde tanımadığımız her şey, başkasında karşımıza çıktığında bizi rahatsız eder. Ve biz, o rahatsızlıkla baş etmek için etiketlemeyi, küçümsemeyi ya da dışlamayı seçeriz.

“Bir başkasından nefret ettiğinizde, nefret ettiğiniz şeyin o kişide olduğunu sanırsınız. Oysa bu sizin kendi içinizde bastırdığınız bir şeydir.”
Hermann Hesse

Psikanalitik dille ifade edersek, burada yansıtma (projection) ve yer değiştirme (displacement) gibi savunma mekanizmaları çalışır. Kişi, kendi içinde bastırdığı arzuyu, değersizlik hissini ya da korkuyu başka birine yansıtarak, geçici bir rahatlama yaşar. Özellikle “çakma” gibi küçümseyici ifadeler, çoğu zaman kişinin içinde yüzleşemediği bir kıskanma, özdeşim ya da görünür olma arzusunun çarpıtılmış dışavurumudur.

Bazen birinin özgünlüğü, görünürlüğü ya da farklı bir yoldan yürüme cesareti, bizde hâlâ izin veremediğimiz tarafları uyandırır. Ve bu uyanışı durdurmak için onu küçümsemeye başlarız. Çünkü içimizde bir yer, "Sen kim oluyorsun da bu kadar rahat kendin oluyorsun?" diye fısıldar.

Bu yalnızca bireysel bir mesele değildir. Gölge, topluluklarda da çalışır. İdeolojik ya da dini aidiyetle şekillenmiş yapılar içinde, gölgeler daha sistematik ve güçlüdür. Bir grup içinde "biz" olabilmenin bedeli, bazen "ötekini" dışlamakla ödenir. Farklı düşünen, hissettiğini söyleyen ya da alışılmışın dışında davranan kişi, kolayca “hain”, “sapmış”, “çakma” gibi sıfatlarla yaftalanır. Bu etiketler çoğu zaman yalnızca farklılığı değil, grubun bastırdığı gölgeleri de temsil eder. Grup, içsel çelişkilerini sorgulamak yerine, onları dışa yansıtarak bir düşman yaratır. Böylece “biz” duygusu korunur, ama empati, özeleştiri ve etik bilinci zedelenir. Bu yüzden, birine yöneltilen küçümseyici her söz, çoğu zaman söylenen kişiden çok, söyleyenin iç dünyasına aittir. O söz, kişinin kendi içinde görmeye dayanamadığı bir yönün dışsallaşmış halidir. Jung der ki, “Gölgeyle yüzleşmek, insanın kendine karşı dürüstlüğe ilk adımıdır.” Ve bu adım, kolay değildir. Çünkü gölgemizle yüzleşmek, sadece kendimizi değil, acımızı, kıskançlığımızı, özlemimizi, kayıplarımızı da tanımak anlamına gelir.

Gölgeyle çalışmak; savunma mekanizmalarını fark etmeyi, etiketlemek yerine anlamayı, yargılamak yerine empati kurmayı mümkün kılar. Böylece sadece başkalarının değil, kendi iç sesimizin de dilini değiştirebiliriz. Kendini tanımak, sadece güçlü yanlarını değil, görmezden geldiğin kırık, utandığın ya da bastırdığın parçaları da yavaş yavaş kabul etmeyi gerektirir. Ve belki de bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz cesaret türü, başkasını çözümlemekten çok, kendi içimizdeki karanlığa dürüstçe bakabilmektir.

“Işık, yalnızca gölgenin içinden geçilerek bulunur.”
— Clarissa Pinkola Estés


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sessiz Bir Tanıklığın Ardından

: Post-Cemaat Dönemde Psikolojik İyileşmeye Dair Notlar

Kötülüğe Sessiz Kalmak da Bir Seçimdir