Sevgi Her Zaman Konfor Değildir

 Terapi odasında en sık duyduğum cümlelerden biri şudur: "Onu seviyorum ama neden beni bu kadar zorlayan biri oldu?" Bu söz, ilk bakışta bir çelişki gibi görünür. Sevgiyle zorluk nasıl yan yana gelir? Oysa bu tam da ilişkilerin doğasına dair önemli bir gerçeğe işaret eder: Derin bağlar sadece mutluluk getirmez; aynı zamanda büyüme, yüzleşme ve dönüşüm alanıdır.

İnsanlar ilişkilerden genellikle huzur, şefkat ve onay bekler. Bu beklentiler oldukça insani olmakla birlikte, sevgi bağının sunduğu tek şeyler değildir. Sevdiğimiz kişi, farkında olmadan bize en kırılgan yönlerimizi, iyileşmemiş yaralarımızı gösterebilir. Onunla kurduğumuz yakınlık, çoğu zaman iç dünyamızdaki eksik parçaları görünür hale getirir. Böylece sevgi, yalnızca huzur veren bir alan olmaktan çıkar; bir aynaya dönüşür.

Psikoloji biliminin önemli kuramlarından biri olan bağlanma kuramı da bu durumu açıklar. John Bowlby’nin çalışmalarına göre, çocuklukta bakım verenlerimizle kurduğumuz ilişkiler, yetişkinlikteki romantik bağlarımızın temelini oluşturur. Eğer bir çocuk sevgiyi koşullu almışsa, duyguları bastırılmış ya da görmezden gelinmişse, bu kişi yetişkinlikte de benzer dinamiklere sahip ilişkilere çekilir. Partnerin basit bir sözü bile, o yıllar önce duyulmamış çocuğun sesini uyandırabilir.

Bunu çok iyi anlatan bir örnek danışanım Aylin’in hikayesiydi. Aylin 32 yaşında, evli ve duygusal olarak oldukça duyarlı bir kadındı. Terapiye geldiğinde şöyle diyordu: "Murat bana çok değer veriyor ama onun yanındayken içimde sürekli bir huzursuzluk hissediyorum. Küçük bir eleştirisi bile beni yerle bir ediyor." İlk bakışta bu tepki Murat’ın davranışlarıyla orantısız görünüyordu. Ancak Aylin’in geçmişine indikçe parçalar birleşmeye başladı. Babası sert, mesafeli ve yüksek beklentili bir figürdü. Aylin çocukken sürekli takdir edilmek için çabalıyor, ama küçük hatalarında bile ağır eleştiriye uğruyordu. Bu yüzden “hata yapma korkusu” onun benliğine işlemişti. Şimdi ise Murat’ın söylediği tek bir cümle, Aylin’in içinde hâlâ var olan o küçük ve kırılgan çocuğu tetikliyordu.

Zamanla fark etti ki, Murat yalnızca ona sevgisini veren biri değildi. Aynı zamanda Aylin’in kendi yaralarıyla yüzleşmesine de vesile oluyordu. Bu durum ilk başta onu zorlasa da, terapi sürecinde kendi içsel çocuğunu fark etmeyi, o çocuğa kulak vermeyi ve şefkatle sahiplenmeyi öğrendi. Bir gün seansın sonunda gözyaşları içinde şöyle dedi: "Ben Murat’ı hep beni mutlu eden kişi olarak görmüştüm. Meğer o, aynı zamanda bana kendi yaralarımı gösteren kişiymiş." Bu cümle, ilişkilerin dönüştürücü gücünü çok güzel özetliyordu.

Psikanalitik kuram bu durumu aktarım (transference) kavramıyla açıklar. Geçmişte çözümlenmemiş duygularımızı bugünkü ilişkilerimize taşırız. Partnerimiz, bu duyguların yansıdığı bir ekran haline gelir. Onu değil, içimizdeki geçmiş acıyı görürüz. Bu farkındalık çoğu zaman acı verici olsa da, aynı zamanda iyileşmenin de başlangıcıdır.

Esther Perel gibi çağdaş ilişki terapistlerinin de sıklıkla vurguladığı gibi, artık ilişkilerden sadece aşk ve güven değil, aynı zamanda ruhsal büyüme ve içsel bütünlük bekliyoruz. Bu da ilişkileri hem daha zengin hem de daha hassas hale getiriyor. Partnerler sadece duygusal destek sunan değil, aynı zamanda birbirinin aynası olan figürlere dönüşüyor. Sevdiğimiz kişi bazen bize sınırlarımızı, karanlık yönlerimizi, içsel çatışmalarımızı fark ettiriyor. Ve bu fark ediş, terapötik bir potansiyel taşıyor.

İlişkide yaşanan krizler çoğu zaman, "yanlış kişiyi seçtim" anlamına gelmez. Tam tersine, karşımızdaki kişi bize kendimizle ilgili en önemli gerçeği fark ettiriyor olabilir. Terapi odasında defalarca şahit olduğum gibi, çoğu kişi ancak bu tetiklenmeler sayesinde kendi içsel değerini, sınırlarını ve ihtiyaçlarını yeniden tanımlayabiliyor.

Gerçek sevgi sadece huzur sunmaz. Bazen içimizde yıllarca sessiz kalan sesi duyurur. Bazen görmezden geldiğimiz acıyı hatırlatır. Bazen karanlıkta kalan parçalarımızı ışığa çıkarır. Sevdiğin insan seni sadece güldüren değil, seni kendinle tanıştıran kişidir.

Çünkü sevgi yalnızca bir varlık hali değil, bir uyanıştır.
Ve bu uyanış, bazen kırılgan bir sessizlikte, bazen derin bir çatışmada başlar.
Ama her zaman, ruhsal gelişimin bir parçasıdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sessiz Bir Tanıklığın Ardından

: Post-Cemaat Dönemde Psikolojik İyileşmeye Dair Notlar

Kötülüğe Sessiz Kalmak da Bir Seçimdir